Evet, yıllardır kapalı olan önemli müzelerden İstanbul Modern sonunda açıldı ve müzeyi gezebildim. Öncelikle Galataport gibi bir alanda olmasından dolayı rahatsızlığımı belirtmeden geçemeyeceğim. Eğer Galataport uluslararası bir limansa, Avrupa’daki muadillerine göre en kötüsüdür. Bir alışveriş merkeziyse içindeki iki müzenin orada ne işi var? Herkese ait kamusal alan mı yoksa güvenlikler eşliğinde girmemiz gereken özel bir işletme mi?
Kanuna göre deniz kıyıları hani tüm halka açık alanlardı? Kıyıları x-ray cihazlarıyla çitlemek yasaları çiğnemek değil mi? Galataport ve kamusal alan meselesi ayrı bir konu, çok uzatmayacağım ama İstanbul’daki bu alanın kent hakkı ihlali olarak incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Galataport’un yuttuğu İstanbul Modern’in girişindeki x-ray cihazlarına tekrar maruz kalarak müzeye geçiyoruz (iki dakika önce tarihi saat kulesini işgal eden x-ray çitlerinden geçtik desek bu sefer de yolcu gemilerinden gelenler var derler diye bir şey diyemiyorum). Müzenin dış yapısı pahalı bir konteynırı çağrıştırıyor. Özel bir mimari deneme mi, bilmiyorum ama dış yapısını incelemeyi mimar dostlarıma bırakıyorum; ben müzeolog olarak müzeolojik ve müzeografik incelemesini yapmaya hevesliyim :)
Geniş bir girişte bulunan gişeden biletinizi aldıktan sonra yine güvenlik görevlilerinin yönlendirmesiyle — yönlendirmeseler nereye gideceğinizi bulmanız imkansız — sergileme alanlarına gidiyoruz.
Giriş katında hiçbir sergileme yok. Kalıcı müze koleksiyonu için 3. kata, geçici sergiler için -1. kata ya da 4. kata gidilmesi gerekiyor. Gişenin olduğu giriş katında bir kafe, seminer odası, müze mağazası ve atölyeler bulunmakta. Kalıcı sergi için 3. kata çıkmalısınız ama eşyalarınızı bırakmak için -1. kata inmelisiniz. Bu hatalı akış hem ziyaretçi deneyimine hem de müze sirkülasyonuna ciddi olarak sekte vuruyor.
İstanbul Modern’de vestiyer her zaman ücretsizdir ancak kocaman müzede hala bir dolap sistemi yapmamaları önemli bir eksiklik.
3. kattaki kalıcı koleksiyonun sergilemesi ve aydınlatması başarılı görünüyor, ancak sadece sanatçı isimlerini ve eser açıklamalarını içeren grafik tasarım çok basit ve açıklamalar yetersiz. Bir kurgu içerisinde eserlerin bağlantıları, dönemleri, sanatçıların neden birlikte bu kronolojik sırada sunulduğu küratöryel bir anlatımla verilmediğinden dolayı açıklamalar çok zayıf kalıyor. Müzeyi gezerken aklımda hep Londra’daki Tate Modern vardı; dönemleri, sanatçıları bir pano metniyle nasıl iyi anlatıyor dedim içimden. İstanbul Modern neden yapamamış? Burada büyük eksiklikler vardı.
Bunun yanı sıra etiketlerdeki QR kodlarını taradığımızda İstanbul Modern uygulamasını indirmeye zorlanıyoruz. Müze deneyimimi derinleştirmek için gezi esnasında neden uygulama indirmek zorunda olayım? Web sitesine yönlendirerek bilgi akışını sağlamak çok mu zor?
Kalıcı koleksiyonu özlediğimi söylemeden geçemeyeceğim ancak son bölüm büyük bir hayal kırıklığıydı. Ülkedeki çağdaş sanatın ne kadar az eserle temsil edildiğini görmek üzdü. Son dönemlerde çıkarılan harika işleri, genç sanatçıların varlığını yok saymak beni üzdü.
İstanbul Modern Müzesi koleksiyonuna sadece son dönemlerde popüler olan “dijital art” olarak tanımlanan çalışmalarıyla Refik Anadol’un bir işini alarak mı koleksiyonunu genişletmiş? Bu alandaki koleksiyonun bu kadar sınırlı kalması gerçekten beni hüsrana uğrattı. Kalıcı koleksiyonun ardından geçici sergilerin ancak bir tanesini gezdim. Kalıcı sergi devamı niteliğinde, aynı grafik çalışma ve üslupla devam ediyordu.
Müzelerde geçici sergileri farklı bir sergi olduğunu vurgulamak her zaman önemlidir, müzenin ayrı bir faaliyeti olduğunu göstermek gerekir. Oldukça benzer bir hisle gezilen bu sergi sonrasında biraz dinlenmek ve bir şeyler yemek içmek isterseniz, maalesef merdiven ya da asansörle önce -1. kata inip eşyalarınızı almalı sonra yeniden yukarıya çıkıp restorana doğru gitmelisiniz. Bu sirkülasyonla müze gezisi oldukça yorucu ve herkese hitap edebilen bir yapıda değildir.
Restorana müzenin başka bir köşesinden farklı bir asansörle çıkılıyor. Mekan herkese hitap eden bir yapıda kesinlikle değil. Nerede o eski İstanbul Modern restoranı, gelen gideni gerçekten arattı. Müzenin ayrıca girişte bir kafesi var, rahat görünüyor.
Gelelim müzelerde en çok önemsenen müze mağazasına… son dönemde müzeler mağazaları olmadan düşünülemez, zaten İstanbul Modern’in de mağazası her zaman başarılı bir müze mağazası olarak tanımlanıyordu. Ancak öncelikle müze koleksiyonun bu kadar zengin olmasına karşın koleksiyon temalı ürünlerin eksikliğini hissettim.
Daha çok yerli ve yabancı tasarımcılara ait koleksiyon dışı takı ve tekstil ürünleri satılıyordu. Zaten birçoğunun hali hazırda web sitesi satışı ya da mağazası olduğunu da ekleyelim.
Gelelim İstanbul Modern gibi bir kurumun kendi promosyon malzemelerine… bir bez çantasına 728 Lira fiyat biçerek müze, ülkenin genelinden ve gerçekliğinden çok uzakta olduğunu ve hedef kitlesinin ne kadar dar olduğunu açıkça ifade etmektedir. Bir müzenin geldiği bu yer epey düşündürücü. Mağazasının en eksik bulduğum yanı, sanat müzesi olarak sanat kitaplarının sayısının azlığıydı.
Tüm bunlar bir yana kütüphanesini gezme ya da oradan yararlanma fırsatı henüz bulamadım. Sanırım araştırmacılara ya da ziyaretçilere açıktır. İyi bir kütüphanesi olduğunu eski müzeden hatırlıyorum.
Mağazası ile birlikte Müzesi’nin bilet fiyatlarını ülkenin alım gücüne göre oldukça yüksek buldum. Yani ülkede müze gezme rutinlerinin ne kadar az olduğu düşünüldüğünde ve sanatla daha çok insanı buluşturmak istediğinizde, toplumun genelinin mekana bu kadar yüksek ücretler ödeyebileceğini düşünmüyorum. Perşembe günlerinin halk günü olması yine bir şeyi değiştirmiyor çünkü çalışan, okuyan insanları yine kapsayamıyor. Bu ülkede müze ücretlerini, hedef kitle politikalarını değerlendirmek gerekmektedir. Müzecilik tanımına göre hedef kitlenin kapsamı ücretleri karşılayabilenler üzerinden belirlenemez.
Bir diğer konu ise şeffaflık ilkesine dair öne çıkan sorular; müzedeki çalışan kadroyu tanıyabiliyor muyuz, koleksiyonu bu kadar mıdır, koleksiyonunu nasıl geliştiriyor, mağaza promosyon eşyalarının müzeyle bağlantısı ve yönetim politikası nedir, araştırmacılara ne kadar açık, geçici sergi politikaları nedir ve son olarak çevre halkı ile bağlantısı, iletişimi olacak mı, yoksa yolcu gemilerinden gelen ya da benzer profildeki ziyaretçileri hedef kitle olarak mı benimsiyor? gibi soruları çoğaltabiliriz.
Son olarak, her iktidarın bir kurumlar politikası vardır. Maalesef ülkenin genelinde kurumlar zevahiri kurtarmak için “biz yaptık oldu” söylemiyle, üstünkörülüğü örtmek için “en iyisi biziz” algısıyla yürüyor. Eski bir kurum olan bu müzenin de kendini geliştirebileceği birçok alan bulunmaktadır. Bu müze evrensel müzecilik kriterlerine uygun mu yönetilecek, politikasını ona göre mi ortaya koyacak, bağımsız bir yapı olarak kendini sunabilecek mi, yoksa Türkiye’de diğer kurumlara hakim olan anlayışa benzer bir şekilde yaşamına devam edecek, bunu zamanla göreceğiz.
Umarım bizi, beni şaşırtır; dünya örnekleri arasına giren, evrensel bir müze anlayışını savunur.